8 Nisan 2012 Pazar

Empresyonizm

Empresyonizm nedir?






Nesneyi doğrudan doğruya tasvir ve analiz etme yerine, onun uyandırdığı duyguları anlatma yolu. 
İzlenimcilik anlamına gelen empresyonizmde sanatçılar dış dünyaya ait olanı; ışığı, renkleri, tepkileri, hüzünleri işlemekte ve yakalanan anlık konuları resmetmektedir.
Bu akım ışık ile resim yapma olarak tanımlanmaktadır.
XIX yüzyılın sonlarında Fransa’da doğdu. önce resimde, sonra diğer sanatlarda tesiri görüldü.


Bu dönemin en önemli temsilcileri: Claude Monet, Auguste Renoir, Vincent van Gogh, Cezzanne, Toulouse Leatrec, Sisley, Camille Pissarro'dur.
Claude Monet'nin "Doğan Güneş, Empresyon" diye isimlendirdiği, hararetli çekişmelere yol açan tablosu, gerçekten de Empresyonizm akımının bay­raktarı olacak kadar devrimci, ihtilâlci bir eserdi.

Claude Monet, bu tabloyu, sabah sisi içinde, Argenteuil'de, Seine Nehri kıyısından yapmıştı. Tablo­yu mavi bir buğu kaplıyordu. Uzaktan, mavilikler içinden portakal rengi bir güneş doğuyordu. Tablo­da her şey belli belirsizdi. Net, kesin resmedilmiş hiç­bir biçim yoktu. Tablo, Claude Monet'nin deyimi ile, "tabiata açılmış bir pencere" idi.

Claude Monet ve arkadaşları biçimlerin, tabiat manzaralarının sertliğini, kesinliğini değil, ak­sine, tatlılığını, yumuşaklığını canlandırmak istiyor­lardı. Gerçekten de tabiatta bütün biçimler hava kat­ları içinde yumuşamış, sanki erimiş gibi değil mi idi? Güneşin doğuşunda, batışında sular, kıyılar, ağaçlar, evler, hattâ insanlar atmosferin kâh mavi, kâh mor, sarı yada turuncu cıvıltısı içinde eriyor, maddelerini yitiriyorlardı. Hele uzaklar, arka plân­lar büsbütün siliniyor, hafif, bellisiz buğular halin­de eriyorlardı.Günün her saati başka idi. Klâsik ressamların hiç ilgilenmedikleri bu başkalık, Empresyonist res­samlara boyuna değişen, boyuna yeni âhenklere bü­rünen bir hayal âleminin kapılarını açıyordu. Orman içleri, nehir kıyıları, köy evlerinin turuncu damları, yelkenliler, havada dalgalanan bayraklar, güneşli pırıltılar içinde gezinen beyaz entarili kadınlar, ekil­miş tarlalar, tabiat ortasında, gün ışığı altında rast­lanan bütün bu konular Empresyonist ressamların başlıca temaları idi.

Empresyonistler atölye çalışmalarından kaçını­yorlardı.  Empresyonistlerin atölyesi tabiatın kendisi, nehir kıyısı, ağaç gölgesi, tarla ortası idi.


Resimlerdeki ışık renkleri sarı, turuncu, kırmızı, gölgeler mor, mavi olacaktı. Tablo, bir yandan sıcak, bir yandan soğuk renklerin denklendiği par­lak, şeffaf, pırıltılı, cıvıltılı, bol ışık veren, güneşi duyuran bir alan olmalı idi. Tabloyu seyredenin gö­zü kamaşması gerekti. Empresyonistler boyayı tuval üstüne, eski res­samlardan çok değişik bir teknikle sürüyorlardı. Boya karışımlarını azaltmışlardı. Belli bir "ton" u, bir renk kıymetini bulmak amacıyla birbiriyle karıştırı­lan renklerin kimyevî barışmazlık yüzünden sonun­da karardığını, şeffaflıklarını yitirdiklerini anlamış­lardı. Bu yüzden karışımları azaltmışlar, üçten faz­la rengi hamur haline getirmemeye çalışmışlardı. Da­ha uzağa giderek, renkleri palette karıştırmadan tu­val üstüne yan yana sürüyorlardı. Böylelikle karışı­mı, tabloya uzaktan bakan seyirci gözü yapıyordu. Örneğin, mavi ile sarı karışımından doğacak yeşil, bu renkler tuval üstüne yan yana sürülmekle sağla­nabiliyordu. Bu tarz gerek mavinin, gerek yeşilin bütün kıymetleriyle canlı kalmasını, karışarak kir­lenmemesini sağlıyordu. Tuval üstündeki yakınlıkla­rı karşılıklı etkiyi doğuruyor, yan yana sürülmüş ma­vi ile sarı, otomatik olarak yeşil rengi doğuruyor­du.Ressamı bun­dan böyle ilgilendirecek ancak tabiat olacaktı. Hem de açık, pırıltılı, güneşin olanca kuvvetiyle egemen olduğu bir tabiat.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder