Empresyonizm nedir?
Nesneyi doğrudan doğruya tasvir ve analiz etme yerine, onun uyandırdığı duyguları anlatma yolu.
İzlenimcilik anlamına gelen empresyonizmde sanatçılar dış dünyaya ait olanı; ışığı, renkleri, tepkileri, hüzünleri işlemekte ve yakalanan anlık konuları resmetmektedir.
Bu akım ışık ile resim yapma olarak tanımlanmaktadır.
XIX yüzyılın sonlarında Fransa’da doğdu. önce resimde, sonra diğer sanatlarda tesiri görüldü.
Bu dönemin en önemli temsilcileri: Claude Monet, Auguste Renoir, Vincent van Gogh, Cezzanne, Toulouse Leatrec, Sisley, Camille Pissarro'dur.
Claude Monet'nin "Doğan Güneş, Empresyon" diye isimlendirdiği, hararetli çekişmelere yol açan tablosu, gerçekten de Empresyonizm akımının bayraktarı olacak kadar devrimci, ihtilâlci bir eserdi.
Claude Monet, bu tabloyu, sabah sisi içinde, Argenteuil'de, Seine Nehri kıyısından yapmıştı. Tabloyu mavi bir buğu kaplıyordu. Uzaktan, mavilikler içinden portakal rengi bir güneş doğuyordu. Tabloda her şey belli belirsizdi. Net, kesin resmedilmiş hiçbir biçim yoktu. Tablo, Claude Monet'nin deyimi ile, "tabiata açılmış bir pencere" idi.
Claude Monet ve arkadaşları biçimlerin, tabiat manzaralarının sertliğini, kesinliğini değil, aksine, tatlılığını, yumuşaklığını canlandırmak istiyorlardı. Gerçekten de tabiatta bütün biçimler hava katları içinde yumuşamış, sanki erimiş gibi değil mi idi? Güneşin doğuşunda, batışında sular, kıyılar, ağaçlar, evler, hattâ insanlar atmosferin kâh mavi, kâh mor, sarı yada turuncu cıvıltısı içinde eriyor, maddelerini yitiriyorlardı. Hele uzaklar, arka plânlar büsbütün siliniyor, hafif, bellisiz buğular halinde eriyorlardı.Günün her saati başka idi. Klâsik ressamların hiç ilgilenmedikleri bu başkalık, Empresyonist ressamlara boyuna değişen, boyuna yeni âhenklere bürünen bir hayal âleminin kapılarını açıyordu. Orman içleri, nehir kıyıları, köy evlerinin turuncu damları, yelkenliler, havada dalgalanan bayraklar, güneşli pırıltılar içinde gezinen beyaz entarili kadınlar, ekilmiş tarlalar, tabiat ortasında, gün ışığı altında rastlanan bütün bu konular Empresyonist ressamların başlıca temaları idi.
Empresyonistler atölye çalışmalarından kaçınıyorlardı. Empresyonistlerin atölyesi tabiatın kendisi, nehir kıyısı, ağaç gölgesi, tarla ortası idi.
Resimlerdeki ışık renkleri sarı, turuncu, kırmızı, gölgeler mor, mavi olacaktı. Tablo, bir yandan sıcak, bir yandan soğuk renklerin denklendiği parlak, şeffaf, pırıltılı, cıvıltılı, bol ışık veren, güneşi duyuran bir alan olmalı idi. Tabloyu seyredenin gözü kamaşması gerekti.
Empresyonistler boyayı tuval üstüne, eski ressamlardan çok değişik bir teknikle sürüyorlardı. Boya karışımlarını azaltmışlardı. Belli bir "ton" u, bir renk kıymetini bulmak amacıyla birbiriyle karıştırılan renklerin kimyevî barışmazlık yüzünden sonunda karardığını, şeffaflıklarını yitirdiklerini anlamışlardı. Bu yüzden karışımları azaltmışlar, üçten fazla rengi hamur haline getirmemeye çalışmışlardı. Daha uzağa giderek, renkleri palette karıştırmadan tuval üstüne yan yana sürüyorlardı. Böylelikle karışımı, tabloya uzaktan bakan seyirci gözü yapıyordu. Örneğin, mavi ile sarı karışımından doğacak yeşil, bu renkler tuval üstüne yan yana sürülmekle sağlanabiliyordu. Bu tarz gerek mavinin, gerek yeşilin bütün kıymetleriyle canlı kalmasını, karışarak kirlenmemesini sağlıyordu. Tuval üstündeki yakınlıkları karşılıklı etkiyi doğuruyor, yan yana sürülmüş mavi ile sarı, otomatik olarak yeşil rengi doğuruyordu.Ressamı bundan böyle ilgilendirecek ancak tabiat olacaktı. Hem de açık, pırıltılı, güneşin olanca kuvvetiyle egemen olduğu bir tabiat.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder